BABALAR EVİMİZİN DİREĞİDİR

İki yıldır aklıma gelmediği bir gün bile olmayan rahmetli babamla bugün de anılara dönünce bir öykümden kısa alıntı yaparak Babalar Günü için içimi dökmek istedim.

Annemin babaannesinden kalan o zamanlar altmış yaşındaki kâgir evimizin çatı çevresinin tümü oymalı tahtalarla bezenmişti. Giriş kapısının üstündeki oymaların yoğunlaştığı ek kısmı, tümü lâle oymalarıyla donanmış iki kalın direk tutardı. Onların etrafında radyodan ezberlediğim şarkılarla dolanırdım.

Ta ki o güne kadar. Babam on beş günlük yıllık iznini evde geçirirken tamir edilecek yerleri bir bir elden geçirmişti. Çatıda kiremit aktarmış, dış kaplamalarda yama yapılacak yerlere yeni tahtalar çakmıştı. Her evin arka bahçesinde olan lağım çukurunu temizletmiş, hatta kümesi bile yenilemişti. İçinin huzur dolu olduğu, her akşamki rakısını üç dubleye çıkarıp benimle kardeşimin gelecek on yılımızı hayalleriyle planlamasından belliydi. Bu keyfe ortak olmak isteyen, ütülenmiş gümrük muhafaza memuru üniforması, ciddiyetini korumayı bırakmış, kokartını, armasını, diğer işaretlerini bir kat daha renklendirmiş, konulduğu somyada babamın üstüne atılacak gibi kıpır kıpırdı. Yemek bitince radyo tiyatrosunu dinleyecek sonra uyuyacaktık. Her şey bir gümbürtüyle başladı. Allah’tan tavanın çöken kısmı, kendini bırakmayı tam da masanın ortasına doğru tercih etmişti. Yıkıntıdan ilk nasibini alan, babamın çok sevdiği kavun-peynir ikilisi oldu. Sonra salata, karnıyarık, dökülen rakısının kokusu tüm odayı saran şişe. Korkudan bir köşeye büzüldük kardeşimle.

Anneannem, duruma inanamamış deprem olduğunu sayıklayıp duruyordu. Oysa babam evimiz son S.O.S’ini verdiğinin farkındaydı. Aceleyle sofra toplandı. Yüzü sapsarı kesilen babam, çaresizliği üst üste içtiği sigaralara yükledi bir süre. Sonra birden ayağa kalktı. Testereyi getirmesini istedi annemden. Sokak kapısının önüne çıktı. Bir süre o laleli direkleri seyretti. Sonra bir baktık ki babam o her yere ulaşan ünlü tahta merdivenini almış direkleri başlamış testereden geçirmeye. Anneannemin feryat figan “Dur oğlum n’olur onları yapanların kemikleri sızlar!” diye ağlamasına aldırmadan hem de. Gürültüyü duyan komşular, babamın düşüncesine uyarak direklerin kesimine yardım ettikleri gibi onların desteklediği giriş kısmının üstünü mecburen ortadan kaldırdılar. Evimizin kakülleri kesilmiş yaşlı bir at gibi ortada kalması anneannemden başkasının umurunda değildi.

Sıra odanın tavanına gelmişti. Önce tahtalarla kaplanan tavanın açık kısmının tam altına yan yana dikilen lâle oymalı direklerin, duruma el koydukları, uzun süre kötü olaylara göz açtırmayacakları belli olunca annemin sık sık “Evimizin direği,” dediği babam, verilen rütbeyi hak etmenin gururuyla yatağına gitti.

Babalar zaten hep «evimizin direği» olmuşlardır değil mi?

Ahirete göçmüş babaların ruhları şad olsun.

Yaşayan, evladı olmasa bile kendini «baba» hisseden tüm erkeklerin Babalar Günü kutlu olsun.

Tabii bir de iskele babaları var. Onların hakkında hiç yazmayayım. Yoksa roman olur.

Ceyda Sevgi Ünal