Şimdi size engellilerin yaşadıkları sorunlara çözüm olacak bir anlamda “kurtarıcı” pozisyonunda bir isim versem, bu ismin şeklini şemailini, nasıl kurtaracağını anlatsam eminim hepinizin çok hoşuna gidecektir. Rahat koltuklarınızdan kıpırdamadan, keyif içerisinde çayınızı kahvenizi içerken birileri sizin adınıza kendi heba edip yaşadığınız sorunların bi tamamına çözüm üretecek. Ne kadar güzel ve kulağa hoş gelen bir şey olurdu değil mi?
Ama böyle bir dünya yok...! Hikâye okumasını severmisiniz bilmem ama ben hikaye okumayı sevdiğim kadar okuduğum hikayelerden ders çıkartmasını da severim. Gelin şimdi yukarda ipuçlarını verdiğim “kurtarıcı arama” güdüsünün güzel bir örnekle anlatıldığı zümrüdü anka kuşunun hikayesine bakalım.
Hikayeye göre zümrüdü anka kuşu kaf dağında yaşayan ve kuşların her başı sıkıştığında ona koştukları bir kuşmuş. Günlerden bir gün kuşların başı sıkışır ve kaf dağında yaşadığına inanılan “kurtarıcılarına” zümrüdü anka’ya gitmeye karar verirler. Kaf dağına ulaşmak sanıldığı kadar kolay bir yolculuk değildir. Uzun ve yorucu bir uçuş kuşları beklemektedir. Bu zorluğu göze alan bir grup kuş vira bismillah diyerek yola çıkarlar. Yolculuğun bir noktasında Bülbül aşığını bahane ederek yolculuktan vaz geçer. Papağan güzel tüylerim bozluyor deyip yolculuğu bırakır, kartal başka bir bahane uydurarak kurtarıcısına gitmekten vaz geçer.
Bu yorucu yolculuğa çıkan çoğu kuş tabir caizse su koyuverir ve geri döner. Geride yolculuktan vazgeçmeyen 30 kuş kalır. Bu 30 kuş kaf dağına ulaşıp “kurtarıcılarını” aramaya başladıklarında birde görürler ki her biri birer zümrüdü anka olmuş…!!!
Bu hikayeden çıkartılacak ders; Kimsenin bir kurtarıcı aramaması herkesin kurtarıcısının kendisi olduğudur…
Kurtarıcılardan Kurtulmak!
Aslına bakılırsa engelli – engelsiz tüm insanlarda bir kurtarıcı arama güdüsü vardır. Hatta dinlerde bile bu durum böyledir. Hristiyanlık, Müslümanlık, Yahudilikteki Mehdi Mesih inancı gibi. Günün birinde olağan üstü güçlere sahip bir mesih çıkacak ve dünyadaki tüm kötülükleri düzeltecek. Ohhh ne ala memleket, ne ala din anlayışı.
Baylar, bayanlar ne böyle bir dünya ne böyle bir din var. Şarkıda söylenilen;
Çalışmadan zengin olsam, çok yiyerek zayıflasam, dizeleri ne kadar gerçekçi ise kurtarıcı aramakta o kadar gerçekçidir.
Gelelim asıl meramımıza. Has bel kader yıllardır engellilerin içinde olan, engellilerin yaşadıkları sorunların çözümüne dair fikir üreten biri olarak bu “kurtarıcı arama kolaylığının” aman bana ne “birileri benim adıma bu işe el atar” anlayışının iliklerimize kadar işlediğini görüyorum. En basitinden engelli sorunlarına ilişkin internet ortamında bir kampanya düzenlediğimizde, “günde 10 saatini internette geçiren” engellilerin 10 saniyelerini ayırarak düzenlenen kampanyaya destek vermekten üşendiklerini görüyoruz.
Buna üşenen engelli kardeşlerimiz aynı sorun bir gün kapılarına dayandığında salya sümük ağlayıp “yokmu derdimize çare” diye salya sümük ağlamaktan da geri durmuyor.
Engellerin nasıl zorlu bir yaşam mücadelesi verdiğini o sorunları bizzat yaşayan biri olarak benden iyi bilen biri olmaz herhalde. Niyetim bu zorlu yaşamımızı “yere düşene bir tekmede ben vurayım” anlayışından hareket ederek belden aşağı vurmak değil. Ama içerden biri olarak üzerimize serpilen bu ölü toprağını atmamız için birilerin bir öz eleştiri yapıp kulağa su kaçırması gerekir.
Silkinin ve kendinize gelin...!
Dostlarım, hiç kimse ama hiç kimse sizi sizin kadar düşünmez. Ve yine hiç kimse ama hiç kimse yaşadığınız sorunların acısını sizin kadar yüreğinde hissedip o acıları dindirmek adına canla başla elini taşın altına koymaz. Sizler oy verdiğiniz partilerin yöneticilerin, veya üyesi olduğunuz engelli derneklerinin başında olan insanların rahat koltuklarından kıllarını kıpırdatıp sizin çözmek için kılınızı kıpırdatmadığınız sorunlarınızı çözeceklerine inanıyorsanız hepinize geçmiş olsun.
Hepin(m)iz bu boş, kof, safça düşüncede olduğunuz için yıllardır bir arpa boyu yol alamadık. Sanılanın aksine yöneticiler onlara oy verenleri yönetmez! Durumu idare etme günü kurtarmanın peşine düşerler. Yöneticilerin işlerinin hakkını vermesinin tek ve biricik koşulu, yöneticilere oy veren yönetilenlerin, soran, sorgulayan, gerektiğinde yöneticisinin yakasına yapışan yönetilen bilincinin toplumun her katmanında kabul görmesinden geçer.
Yönetilen bilinci, yönetici bilincine hakim olduğu gün kurtuluşa erdiğimiz gündür. Bu sebeple fellik fellik kurtarıcı aramak yerine, bilginizi, bilincinizi geliştirmeye bakın derim.
Kimse bir garip başıma ne yapabilirim demesin. İnsanı diğer canlılardan ayıran tek özelliği “zekasıdır.”
Ve insan zekası evrendeki en büyük silahtır. Bu silahı bir demir yığını olmaktan çıkarıp çıkarmamak size kalmış. Olmak yada olmamak bütün mesele bu…!