banner29

Sosyal medyada kimi engelli sivil toplum örgütlerinin, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü'yle ilgili yapacakları etkinlikleri okuyorum. Sivil toplum örgütleri demokratik toplumların vazgeçilmez öğesidir, der dururuz. Peki, sivil toplum örgütleri nasıl ortaya çıkmıştır? Bunu düşündünüz mü? Kabaca bu örgütlerin nasıl ortaya çıktığıyla ilgili kısa bir yolculuğa çıkalım, ne dersiniz?

Sivil toplum örgütleri, Avrupa'da sanayileşminin başlamasıyla ortaya çıkar. Köyden kente göçün bir sonucudur, diyebiliriz. Hegel'e göre, sivil toplum örgütleri bireyle devlet arasında yer alır. Gramsci'ye göre, bireylerin politik olarak belleklerinin biçimlendiği alandır. Marx'a göre ise, özel mülkiyet ilişkilerinin bir ürünüdür.

Sivil toplum, feodal ilişkilerin egemen olduğu toplumdan kent yaşamına doğru evrilen yeni toplumsal yapılanmanın adıdır, diyebiliriz. Sanayi öncesi toplumlarda, tarıma dayalı bir üretim vardı. Aile bağları çok güçlüydü. Cemaat kültürü yaygındı. Köyden kente göçün yaygınlaşmasıyla birlikte, bireycilik ön plana geçti. Bireyin devlete karşı hak ve hukukunu, çıkar ve özgürlüklerini kullanma hakkı isteği; sivil toplum örgütlerini doğurdu. Kent yaşamında yalnızlaşan birey, yardımlaşma ve dayanışmanın kök saldığı bu örgütlerde devlete karşı özerkliği ilan etti. Böylece o günlerden bu güne gelişerek, gönüllülük temeline dayalı, kendi kendini oluşturan, devlete karşı ortak çıkar, hak ve özgürlükleri kullanma esasına dayalı sosyal yapılar oluştu.

Kuşkusuz, sivil toplum örgütleri, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bu örgütler ulus devlet olma süreciyle birlikte gelişmiştir. Devlete karşı görece bir özerklikleri vardır. Sivil toplum örgütleri, toplumsal güçlerini kullanarak devlet üzerinde bir baskı aracı da olabilirler.

Buradan engelli sivil toplum örgütlerine gelecek olursak; bu örgütlerin engelli sorunlarını saptamak ve çözüm getirmek, engellilerin önündeki bariyerleri kaldırmak, engellilerin toplumla kaynaşması için yerel belediyeler ve devletle işbirliği yapmak gibi çeşitli görevleri vardır. Ancak “engelli” henüz birey bile olamamıştır ülkemizde. Toplumsal koşullardan dolayı, eğitim alamayan, işe giremeyen, kendi kendine bağımsız olamayan çoğu engellinin henüz anayasal haklarından haberleri yoktur. Engellilerin engelsiz olanların tedirgin vicdanı olduğu bir toplumda, hangi “engelli” birey, sağlam beden ideolojisinin kuşatmasından sıyrılıp sivil topluma katılacaktır?

“Tam” olmanın sürekli yüceltildiği günümüzde engelli sivil toplum örgütlerinin iç yapısına baktığımızda ise, kapitalizm yarattığı bireyci, rekabetçi, birbirini engelleyip denetleyen insan tipinin prototipini görürüz.

Şöyle ki: Ne köylü ne kentli olan, yalaka ve dalkavuklukla ucuz bir popülizm yapan, engellilerin bireysel bağımsızlığını dillerine pelesenk yapıp günü kurtarmaya çalışan, sadaka kültürünün kutsal temalarını ısıtıp ısıtıp önümüze getiren, arabesk bir anlayışla siyasi partilere girip koltuk sevdalısı olan bu “seçkin” sınıfın üyeleri, engelli topluluğunun değil, kendi iradelerinin alt yapısını oluşturdular. Bunlardan kimisi engellileri “sağlam” yapacak tıbbi rehabilitasyon alanlarına girdi, varsıllaştı. Kimi “okumuş” engelliler, buralarda engellilerle ilgili boşlukları iyi kullandı, mesleği ve kariyerinde yükselip para kazanmak için yepyeni fırsatlar yakaladı.

Bencillik, birbirinin arkasından iş çevirme, güvensizlik, hırs ve yükselmek arzusu sistemden bağımsız değildi. Ne yazık ki, demokrasinin olmazsa olmazı sivil toplum örgütlerindeki demokrasinin yerini otokrasi aldı. Bu durum “tek adam” zihniyetini yarattı. Engelli topluluğunu sömürenlerin palazlandıkları koltukları bırakıp gitmeye hiç niyetleri yoktu. Bu potada, sivil toplum örgütlerinin işlevini bildiğimiz anlamda yerine getirmeye çalışan engelli örgütleri de eridi, gitti.

Bugün, herhangi bir engelli sivil toplum örgütüne gittiğinizde modern insanın yalnızlığını görürsünüz...Ya da ezilmişlik duygusu ve aşağılık kompleksinin etkisiyle kendilerini ispata çalışan engellilerin bireyci kavgalarını... Bu rekabetçi ortamda, kimi “seçkin”lerin dayatmacı anlayışlarının izlerini... Engelli sorunlarının bilimsel ve gerçekçi ele alındığı, her türlü ayrımcılığın önündeki engellerin kaldırılması için gerekli politikaların üretilmesi yerine popüler kültürle politik popülizmin kesişmesini...

Engelli sivil toplum örgütlerine bu açıdan bakıldığında, kimi bilindik sloganların bolca havada uçuştuğu, dışarıda ezilen engellilerin bir araya gelip içini boşalttığı, yöneticilerin engelliler için canını dişe katarak çalıştığnı iddia ettiği, kimi kutuplaşmaların olduğu, insanların gruplara bölünüp biz bilincinin harekete geçirilmediği bir fotoğraftır bu...

Sistemin aygıtlarınca belleklerimize pompalanan “sağlam beden ideolojisinin” biyo iktidarına karşı; egemen erklerin, sadaka ve bireyciliğin hakimiyetindeki bu sivil toplum örgütleriyle hangi zeminde, nasıl, ne biçimde hak ve hukuk aranacaktır?

Nietzsche'den bir alıntı yapalım. Ya çare sizsiniz ya çaresizsiniz...

Nice 3 Aralık'lara...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.