Çevrenizdeki kimi insanlar için “Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar?” dediğiniz oldu mu? Bunlar, “geçerlilik gören tipler” değillerdir. İnsanımsı varlıklar güce tapar. Parası olanın, kürkü olanın, makamı olanın, ağzı laf yapanın peşinden gidenlerin çok olması bundandır. Eğer silikseniz, eğer üstünüz başınız kaftanlı değilse, eğer Ermenek Kömür Ocağı’nda öldürülen oğlu için “oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı” diyen bir garibansanız peşinizden geleniniz yok gibidir. Bir iki vicdanlı insana rastlarsanız yine de iyidir. Vicdanlı insanlar dışa değil yüreğe bakarlar. “Kürk Mantolu Madonna” romanındaki “Anlatıcı” gibi.
Edebiyat bize gereklidir. Gerekli olduğunu “Kürk Mantolu Madonna” romanında açıkça görürüz. Sabahattin Ali, askerdeyken, kolu alçıdayken bu romanı yazmasaydı; bu dünyada Raif Efendi diye birinin yaşadığını nereden bilecektik? Raif Efendiler içimizdedir, bu toplumda, her yerde karşımıza çıkmaktadırlar.
Edebiyat olmasa, çevirmen Raif Efendi’nin iç dünyasına nasıl girecektik? Edebiyat olmasa, Raif Efendi’yi nasıl anlayıp sevecektik? Ben Raif Efendi’yi çok sevdim. Raif Efendi’yi anladığım için sevdim. Vicdanlı olmayanlar, Raif Efendi’nin dıştan görünen dünyasına bakıp “hımbılın biri, dil bildiği kuşkulu, mızmız, sıkıcı” diyorlar. Nurullah Ataç, insanın neden anlayışsız olduğunu nasıl da güzel anlatıyor. “Kişileri roman okumağı sevenlerle roman okumağı sevmiyenler diye ikiye ayırabiliriz. Roman okumağı sevmiyenlerden bir hayır gelmez demiyorum, büyük işlere asıl onların giriştiğini söyleseler ona da inanırım. Ama ben hoşlanmam onlardan. Kendilerinden çıkamaz, başlarından geçmemiş şeyleri geçmiş sayamaz, kendilerini başka kimsenin yerine koyamazlar. Bir tek yaşayışları vardır, ömürlerine bin bir kişinin yaşayışını sıkıştıramazlar. Her şeyi anlamağa çalışırlar. Her şeyi anlarlar da kişioğlunun karşısında bir anlayışsızlıkları vardır”
Çağımızın hastalığı “yalnızlık” diyorlar. Roman okumayı sevmeyenler! Anlayıştan uzak yargılayıcı yorumlarınızla pek çok insanı yalnızlaşmaya itiyorsunuz. Sonun da, sizin de itileceğiniz yalnızlığa… Hepimiz, yaşadığımız koşulların ürünüyüz. Sonuçlardan önce nedenler vardır. Nedenlerin üstünde durmayıp yalnızca sonuçlara bakmak bizleri “insanı anlamak ahlakından” uzaklaştırır.
“Kürk Mantolu Madonna” romanı, Anlatıcının olayları okura aktarmasıyla ilerler. Raif Efendi’yle aynı odada, yan yana çalışan Anlatıcı, başlangıçta Raif Efendi’nin “manasız” bir insan olduğunu düşünür. Günlerce, aynı odada çalıştıkları halde Raif Efendi kendisiyle hiç konuşmamaktadır. İşine zamanında gelen, çalışkan bir adamdır o kadar. Amirler, başkalarına kolay fırça atamazken Raif Efendi’ye kolayca tafra satarlar. Anlatıcı, Raif Efendi’nin sessizliğine, hiç sinirlenmeyişine akıl sır erdiremez. Sonunda bir gün, Raif Efendi’de görmek istediği ışığı yakalar. Müdür yardımcısı Hamdi bey, Raif Efendi’ye yine fırça atıp gitmiştir. Raif Efendi, bunun üzerine bir kağıda bir şeyler çizmeye başlar. Anlatıcının gözleri Raif Efendi’dedir. Bir ara daktilo odasına gittiğini görünce yerinden kalkar, çizdiği kağıda bakar. Resim çizmede dikkat çeken Raif Efendi, kağıda Hamdi beyin kibirli ruhunu yansıtmıştır. Anlatıcı ilk kez, Raif Efendi’nin capcanlı iç dünyasını görmüştür. Öfke duymaktadır ama öfkesini gösterememektedir. Roman, bundan sonra Anlatıcının gittikçe Raif efendiyle dost olmasına doğru evrilir.
Romanın örgesi nedensellikler kurularak yapılmıştır. Anlatıcı işsiz kaldığı için iş aramıştır, okul arkadaşı Hamdi’nin aracılığıyla iş bulmuştur. Yazar, Anlatıcı ile Raif Efendi’yi aynı odada çalıştırma kurgusu üzerinden, okuru Raif Efendi’nin dünyasına götürür.
Raif Efendi bir hafta kadar hastalanıp işe gelemez. “Hastalık durumu” okuru, baş karakterin iç dünyasına götürür. Ertesi güne yetiştirilmesi gereken çeviri metinlerini, Hamdi bey, Anlatıcı ile birlikte Raif Efendi’nin evine gönderir. Anlatıcı, kalabalık bir ailede “gereksiz görülen” bir Raif Efendi ile karşılaşır. Adamcağızdan başka herkesin evde borusu ötmektedir. İçten içe Raif Efendi’ye yapılanlara, Raif Efendi’nin de sessizliğine kızan Anlatıcı, bundan sonra sık sık bu eve gidip gelecektir. “Gereksiz görülenin” hastalığı bu kez uzun sürer. Raif Efendi, usul usul Anlatıcı’ya güven duymakta, ince duygulu dünyasının kapısını aralamaya başlamaktadır. Çünkü “anlaşıldığını” duyumsamaktadır. Raif Efendi, ev halkına bile, kendi iç dünyasının gerçekliklerini söylememektedir. Anlatıcı şöyle düşünmektedir : “Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir! ..Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
Zatürre tanısı konulan Raif Efendi, kendi sessiz dünyasında hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Anlatıcı; ziyarete gittiğinde, şişkin gözlerden bunu anlamıştır. Raif Efendi, acı çekmektedir. Hastalığının ağırlaşması karşısında yalnızca karısı ile kızı Necla endişeye kapılmışlardır. Raif Efendi, Anlatıcı’nın yanında ilk kez kendi iç dünyasını sesli dile getirir : “Yahu, ne oluyor bunlara? Hemen ölüyor muyuz? Ölsek ne olacak sanki…Onlara ne? Ben onlar için neyim? Ben onlar için hiçbir şey değilim…Hiçbir şey değildim…Senelerden beri aynı evde beraber yaşadık. Bu adam kimdir? diye merak etmediler. Şimdi çekilip gideceğimden korkuyorlar.”
Bir keresinde Raif Efendi, Anlatıcı’ya şunu sorar: “Peki ama, bu daha ne kadar devam edecek? Peki ama, ne lüzum var? Yetmez mi artık?” Anlatıcı, bu soruların anlamının, içten içe yanan bir adamın soruları olduğunu anlamıştır.
Raif Efendi, iş yerindeki dolabının anahtarını Anlatıcı’ya verir, dolabının çekmecesinde ne varsa getirmesini ister… Getirdikleri içinde siyah kaplı bir defter vardır. İlk sayfasına göz atan Anlatıcı’ya “okuma!” der. Sobaya atmasını ister. Herkesten sakladığı ruhunu bu deftere yazmıştır. Öleceği olasılığını düşünerek geride bu defteri bırakmak istememektedir. Anlatıcı, hiç kimseye açılmayan dünyanın böyle yok olup gitmesine razı olamaz: “İnsanlardan itimadınızı çekip almakla belki haklısınız. Fakat bunun istisnaları yok mu? Olmaz mı? Unutmayın ki siz de bu insanlardan birisiniz…” Raif Efendi, Anlatıcı’nın gözlerinde biriken yaşlarından sonra defteri bir geceliğine vermeyi kabul eder.
Bir insanın birine güvenmesi…kendi ruhunu açması ne güzel şeydir. Anlatıcı eve varır varmaz defteri okumaya başlar: “Şu koskacaman dünyada benim kadar yapayalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba? Kime ne anlatabilirim?” “Sınıfta arkadaşlarımın yaptığı kabahat daima benim üzerime atıldığı halde ben kendimi bir kelime ile olsun müdafaaya cesaret edemez, eve döndüğüm zaman bir kenara saklanıp ağlardım. Annemin ve bilhassa babamın bana sık sık: “Yahu, sen kız olacakmışsın ama yanlış doğmuşsun” dediklerini hatırlıyorum”
İnsanı anlamak için roman okumak gerekir demiştik. Raif Efendi’nin ruhunu yansıttığı defterinde görüldüğü gibi küçüklüğünde; aile yorumlarının ezik, edilgin, “hayır” demeyi bilmeyen, duygularını dışa vuramayan bir karaktere yol açtığını görüyoruz. Kişiliği biçimlenmek üzere olan her çocukta olabilecek çekingenlik, çevrenin katkılarıyla cesaretlendirilmek yerine küçültücü benzetmelerle, insan ruhunda bir ömür boyu aşılmaz hale geliyor. Çocuk yetiştirmesini bilmeyen cehalet, bir ömür boyu acı çeken insanlar yaratıyor.
Romanın geri kalanında Raif Efendi’nin Almanya yaşamını, burada tanışacağı “Kürk Mantolu Madonna” ile olan aşkını görürüz. Böyle bir kadınla gerçek bir aşk yaşamış mıdır yoksa bu kadın Raif Efendi’nin kafasında yarattığı bir aşkın ürünü müdür? Romanda bunu anlamak biraz zor. Belki bir gün bir araya gelince, bu konuda ne düşündüğünüzü konuşabiliriz.
1Karalama Defteri, Ararken, Nurullah Ataç, Deneme, YKY, 10.Baskı, Şubat 2009, İstanbul, s.9
2 Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali, Roman, YKY, 87.Baskı, Eylül 2017, İstanbul, s.37
3A.g.e, s.38
4A.g.e, s.40
5A.g.e, s.45
6A.g.e, s.46
7A.g.e, s.48
Ne kadar güzel özetlemişsiniz ..Aslı kadar güzel olmuş..Sabahattin Ali yaşasaydı eminim O da çok beğenirdi !