banner29

Ben bir gazeteyi spor sayfası dışında ıcığını cıcığını çıkarana kadar okurum. Geçen gün, “vazgeçilmez kadın olmanın sırları” diye bir başlık gözüme çarptı. Dikkatlice okudum. Erkekleri etkilemek için, kendinize güvenli, bakışlarınız çarpıcı ve seksi olacakmışsınız. Erkeklere “annelik” yapmayacak, özverili davranışlarda bulunmayacakmışsınız. Erkekler “yatırım” yaptıkları kadınların peşinden koşarlarmış. Çünkü “kahraman” olmayı seviyorlarmış.

Yazılanları kafamda evirdim, çevirdim. Aslında sözkonusu tespitler, çevremde gözlemlediğim olgulara denk düşüyordu. Buna da şaşırmamalıydım. Çünkü kimi kez kafamdaki“idea”lardan yola çıkıyor, olmayan mutlak şeyleri arıyordum.

Ataerkil düzenin basın ve medyası, kadın ve erkek rollerini bilerek topluma pompalıyordu. Böylece önce düşüncelerimiz biçimleniyordu sonra da davranışlarımız...

“Eril” ve “dişil” niteliklerin bu kültürce dayatıldığı bir toplumda, aşk ve sevgiyi, kadınlığı, analığı yaşayamayan “engelli kadınlar” geldi aklıma birdenbire... Sahi, “engelliler.gen.tr” sitesinin düzenlediği öykü yarışmasında Reyhan H.Yüksel nasıl da güzel anlatmıştı bu sıkışmışlığı...

Beni Mutlu Eder misin?

Kısaca bu öyküden söz etmek istiyorum. “Beni Mutlu Eder misin” adlı öyküde kısa boylu Fatma'nın yaşamından kesitler sunulur. “Sakat” olduğu için babasının bile sevgisini esirgediği Fatma'nın karşı cinsle hiç birlikteliği olmaz. Çünkü çağımızda öncelikli olan dış görünümdür. Fatma “ideal kadın” kurgusuna uymadığı için ne sever ne de sevilir. “Cüce” teşhisi konan Fatma, öylesine sevgiye açtır ki, büyük bir saflıkla Bakkal Ali'nin ilgisine inanır. Cinsel saldırıya uğrar. Toplumun baskısından korktuğu için bu cinsel saldırıdan kimseye söz etmez.

Bu arada iş bulamayan Fatma, ekmeğini kazanmak için erkekleri “mutlu edecek” bir iş edinir. Eline erkek eli değmeyen, kadın olmanın ne demek olduğunu bilmeyen Fatma, Gülendam olur. Telefonun ucunda çok “güzel ve endamlı” kadındır artık. Hoş sohbeti ve gülüşleriyle erkeklerin dünyasına canlılık kattığı gibi onların arkadaşı, dostu, sırdaşı, sevgilisidir. Erkeklerin dilini çözer, küçük taktik ve oyunlarla erkeklerin başını döndürür. Öykü şöyle biter.

“Telefonun ucunda kaldım.

Telefonun ucunda kadınım.

Telefonun ucunda upuzunum.

Telefonun ucunda Gülendam’ım…”

Herkesten uzakta, tek başına, bir sürü erkeği telefondaki sıcacık sohbetleriyle mutlu eden Gülendam, bu düzende nesnedir. Oysa insandaki sevme isteğini belirleyen sevme yetisidir. Kapitalist sistemin “sevgi anlayışı” insanı bir çırpıda tırpan gibi biçip geçer!

Bir yanda, aşk ya da sevgi sözcüklerini parayla satın alan erkekler... Öte yanda, toplumsal yaşamda “kadın bile sayılmayan” engelli bir kadının iş bulamadığı için erkekleri telefonda mutlu etmesi... Bir anlamda, insani duygular değiş-tokuş yapılıyor, diyebiliriz. Kapitalist sistemin duyguları “mal” gibi satması, insanın “metalaşması”, bu konuda müthiş bir pazar oluşması, bunu da bizlere meşru göstermesi çok büyük paradoks değil de nedir? İnsanın sevgi açlığı içinde olup da parasızlık yüzünden sevgi sözcükleri satması, toplumsal yaşamda yok sayılıp telefonda “kadın olması”, Fatma'nın trajedisi değil, insanlığın trajedisidir bence.

Meta fetişizmi çağında...

Günümüzde sağlam beden ve erkek egemen ideoloji belleklerimizi o kadar zehirliyor ki, engelli kadınları toplumsal yaşamdan koparıp alıyor. Engelli kadın, “ideal güzellik anlayışı” içinde yer almıyor. “Sakatlık”larından dolayı cinsel kimlikleri de yok sayılıyor. Bir paket biçiminde erkek ve kadın rollerinin belirlendiği bu toplumda, “aşık olma” ve “sevme” şekillerimiz yönetiliyor. Böylece “değersizlikler” değer olup çıkıyor. Tabii ya! Kadın için cebi dolu erkek, erkek için “seksi, çekici, güzel” kadın peşinden koşulacak zenginliklerdir. Meta fetişizmi çağında, her şeyin en üstününe sahip olmalıdır insan! Böylesine bir ortamda, “engelli kadına” “yatırım” yapılmaz. Çünkü o zaten “zayıf, çirkin, eksik, aciz”dir. Diğer hemcinslerine göre aşağıdadır. Böylece engelli kadın, kocaman özgür bir dünyada tutsak bir yaşam sürer. Örneğin, ne olur? Kimi yaşamdan elini eteğini çeker. Kimi yalnızlığını sanat dallarına yönelerek giderir. Kimisi için ise, sevgi/aşk metafizik bir olgudur. Çünkü mutlu çoğunluğun beton gibi “sağlam” paradigmaları vardır. “Öteki” ilan edilen engelli kadının karşı cinsle bütünleşmeye gereksinmesi yoktur. Mutlak, değişmez ve kesin olan “sağlamcılık” anlayışına göre dizayn edilmiştir tüm yaşamları! Oysa insanın yalnızlığından kurtulması ve bir başkasıyla bütünleşmesi en büyük gereksinimdir.

“Gerçek” ne düştedir ne düşüncededir...

İnsanın ya da engelli kadının bu doğası ile dışlanmışlığı arasındaki çatışma nasıl çözülür peki? Belki engelli kadın, erişemediğine, dokunamadığına, el süremediğine düşsel yolculuklara çıkar... Belki “araba alır, kadın olur” ya da telefonun ucundaki kadındır... Belki hiçbir düş, hiçbir yolculuk, hiçbir mevsim doyuramaz isteklerini... Çünkü “gerçek” ne düştedir ne düşüncededir... Kafanızda yarattığınız kendi kendinizin görüntüsünü manzara seyreder gibi seyrettiğinizde “gerçek” “gerçek” değildir... “Gerçek” yaşamın içindedir ve yaşanmamış bir yaşam hiç demektir.

İnsanın kendini “sahte” duygularla kandırması ve bunun bilincinde olması sonsuz acıların içinde kıvranması değil de nedir?

Ve son sözlerim... Bu vahşi... bu hem bedence hem kafaca ilkel anlayışlarla insanı insana yabancılaştıran, insanı insandan koparan, insanın insanla kaynaşmasını engelleyen bu buyurganların sağlam beden ideolojisini reddediyorum... Kadını gelenek, görenek diyerek ata erkil düzenin piyonu durumuna getiren erkek egemen ideolojiyi reddediyorum...

İnsan sevgi olmadan yaşayamaz... Engelli kadını, sevgisizlik zincirine vurup her gün dövenleri insanlık adına affetmiyorum...

Ya siz?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ali Haydar Koyun 2017-03-09 16:17:52

Kalemdaşım ve mücadele arkadaşım olan değerli yazar Satı İlen'in kaleme almış olduğu ve her insanın okuması gereken güzel bir yazı... Yüreğine ve kalemine sağlık... Ali Haydar Koyun

Avatar
Nurhan 2017-03-09 11:04:56

Çok yerinde tespitler. Sorduğumuzda çoğunluğun verdiği cevap: " Dış güzelliğe değil, iç güzelliğe bakarım. " Hakikatte gerçekler ise tam tersi. Gerçi ne kadar güzel olursan ol erkek egemenliğinin önüne geçmek zor. Dış güzelliği ile ön planda olanların erkek egemenliğini daha fazla öne çıkarttıkları da benim gözlemim. :)

Avatar
Sibel 2020-03-08 18:57:41

Kadın hala bir meta ne yazıkki ve bu hangi statüde hangi konumda olursa olsun kolay kolay değişmiyor... Hangi yüzyılda değişecek bilmiyorum fakat bu değişecek... Şu an bu durum dünyanın her yerinde aynı... Ben bunu dinsel temalar bağlıyorum....