banner29

Engellilerin tarihini her okuduğumda dehşet içinde kalıyorum. Evet, pek de hoş bir tarihimiz yok. Şöyle bir düşünüyorum da, ilk çağlardan bu yana insan, bilimde, sanatta, felsefede bir çok atılım yapmış. Ne yazık ki, aynı insan, engellilerle ilgili politikalarda bir arpa boyu yol alamamış.

Neden peki? Biz ilerlemeyi uzaya uydu fırlatmak ya da görüntülü telefonla konuşmak sanıyoruz. Oysa tüm insanların mutluluğunu içine almayan bir ilerlemeden söz edilemez. Sırf teknoloji ve sanayinin gelişimine bakarak kalkınıyoruz, diyemeyiz. İlerlemiş bir toplum insana değer veren sistemi kurar. Sonra da insanlar arasındaki eşitsizliği giderecek önlemleri alır.

İnsanı eve hapseden insan soyunu ilerlemiş olarak adlandırmıyorum ben. Kaç zamandır engellilerin tarihini araştırıyorum. Antikçağ'dan başladım, günümüze kadar geldim. Halen engellilere karşı ayrımcılık ve ötekileştirme var. Şimdi söyler misiniz bana? İlerleme bunun neresinde? Bu ne çileli bir yürüyüş? İnsan bu kadar kendine yabancılaşır mı? Sırf düşünme yetisi yok diye ona radyasyon ya da Hepatit B verir mi? Nasıl bir anlayışsa bu?

Şimdi sözü fazla dolaştırmadan geçmişe gidiyorum. 20. yüzyılda akıl hastalarıyla zeka engelliler, akıl hastanelerine kapatılır. Amaç, onları tedavi etmek ya da eğitmek değildir. Yalnızca toplumun dışlananlarını kontrol altına almaktır. Bu kişiler, demir parmaklıklar arkasında insanlık dışı tutumlarla karşılaşırlar. Yaşamdan soyutlanarak çok kötü koşullarda yaşarlar. Zeka engellilerin hastanelere kapatılmasıyla birlikte bu kişiler tıp deneylerinde kobay olarak kullanılmaya başlar.

“(…)Massachusett’teki Wrentham ve Fernald kurumlarında zihinsel yeti kaybı olan kurum sakinleri radyoaktif element içeren yiyeceklerle testlere tabi tutuldular. Ne bu deneylerde kobay olarak kullanılan sakat bireyler, ne de ebeveynleri yuttukları yiyeceklerin gerçek niteliğini biliyordu. Bu yasadışı araştırma 1946-1973 arası dönemi kapsıyordu. New York’taki Willowbrook kurumunun sakinlerine de bilgileri olmadan ya da bilgilendirmenin ardından rızaları alınmadan "Hepatit B" verilmişti. " (Bezmez, Yardımcı, Şentürk, 2011, s.145)

Bu nasıl insanlık? Ya da vahşet mi demeliyim? Bunlar, bile bile zeka engellilere radyoaktif madde veriyorlar. Biliyorsunuz, radyasyon insan bedeninde kalıcı hasarlara yol açıyor. Hatta insan ölümüne neden oluyor. Yine "Hepatit B" halk arasında sarılık olarak adlandırılıyor. Karaciğer rahatsızlığıyla birlikte insan ölümüne yol açıyor.

Gördünüz mü ? Nereye saparsak sapalım, hep insan soyunun engelleriyle karşılaşıyoruz! Aslında tüm bunlara engel dememek gerek! İnsan zulmü demek daha doğru bir ifade. Daha bitmedi, anlatacaklarım.

Şöyle ki: "1920’lerde akıl hastası kişileri tedavi etmek için şok tedavileri geliştirildi ve uygulandı.(bunlara insülün, metrazol ve malarya kullanımı da dahildir). Avrupa’da akıl hastası kişilere elektroşok uygulaması 1830’larda başlanmıştı. 18 yüzyıl sonunda da birkaç doktor epilepsi hastası, kör ve akıl hastası üzerinde elektroşok deneyleri yapmıştı. Fakat elektroşokun yaygın kabulü ve uygulanması ancak 1930’larda İtalyan Ugo Cerletti’nin modern elektroşok tedavisini bulup kullanmaya başlamasından sonra oldu. Elektroşok tedavisi psikiyatrik hastalıklarda ilerlemeler kaydetmek için elektrik kullanılmasını içeriyordu. " (Bezmez, Yardımcı, Şentürk, 2011, s.143)

Böylece, “anormal” olarak kategorileştirilen zeka engelli ve akıl hastaları termitler gibi karanlığa tutsak edilir. Psikiyatriyle toplumun “asalakları” yapayalnız, garip ve hareketsiz bırakılır. Tıkış tıkış doldurularak tımarhanelere kapatılır. Söz de “bilim insanları”, kendi kariyerlerini güçlendirmek için engellileri “deney hayvanı” olarak kullanırlar. Nerde kaldı Hipokrat yemini? Psikiyatri adı altında insanlık dışı uygulamalar meşrulaştırılır.

Bilim insanlarının görevi insanı yaşatmak değil mi? Hak ve görevlerini kötüye kullanmamak değil mi? Ya da ırk, cinsiyet, dil, din, görüntü farkı gözetmeden ayrımcılık yapmamak değil mi?

Engellileri kobay olarak kullanmak hangi etikle, hangi vicdanla açıklanabilir? Bence, bunu yapanlar akıllarını değil, vicdanlarını da kaybetmiş olmalı. Biliyorsunuz bir toplumun değer yargıları, o toplumun bireylerinin vicdan oluşumuna katkı yapar.

Şimdi bulduk mu doğruyu, yanlışı? Kafam karıştı demeyin, sakın! Kapitalizm, kendi üretim sistemine uygun insan prototipini sağlam beden idelojisiyle meşrulaştırılıyor. Sonra da bizlere mutluluğun anahtarı buymuş gibi gösteriliyor. Benim de bu yüzden, çocukluğum ve gençliğim buhranlar içinde geçti. Bitimsiz özlem... Salt insanın mutluluğu... Sağlam beden ideolojisi... Çok mu soyut konuşuyorum ne? Belki bir gün uzun uzun anlatırım. Kısaca şunu demek istiyorum. Sağlamcılık ideolojisi tüm ruhumu tutsak almıştı o günlerde... İnsan, alev saçan hendekler dikmişti önüme... "Sen sakatsın, şunu yapamazsın," "sen sakatsın bunu yapamazsın," "sen sakatsın evlenemezsin", "sen sakatsın anne olamazsın" gibi bir sürü zırva... Asıl bu tür saçmalıklarla savaşmak zorunda kalmıştım! Bir ayağımın sakat olması değil, asıl bu ideoloji yüzünden önüme engeller dikilmişti...

Engellilerin tarihine baktığımızda, bu ideolojiyle onların yaşam hakkının ellerinden alındığını görüyoruz. Evet, bu ideoloji kapitalizmin çıkarlarıyla birleşti. Sonra da tıp bilimi güçlülere hizmet etmeye başladı. Tıp insanları, "hurdaya çıkarılanları" kobay olarak kullanmaktan çekinmedi. Üzerlerinde korkunç deneyler yaptılar. Bunlar, engellilerin bedenlerinde korkunç arızalara, genetik değişiklere, ölümlere yol açtı.

Bence bırakın insanı, hiç bir canlı kobay olarak kullanılmamalı... Çünkü her bir canlının yaşama hakkı vardır. Tüm canlıların yaşama hakkını elinden alanlara "sakatlanmış beyin" diyorum...Bilim ve insan sevgisine inanıyorum. İnsan olmak için tüm evreni sevmek gerek... Öyle bir dünya kurmak dileğiyle...

Kaynakça:

1) Bezmez D., Yardımcı S., Şentürk Y., 2011, Sakatlık Çalışmaları, İstanbul, Koç Üniversitesi Yayınları.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
osman cemil 2017-02-05 19:51:09

engelleri araştırıp yazdıkça engeller azalacaktır..