Sabahın köründe “zırrr zırrrr” diye çalan bir telefon sesi... Uyur uyanık bir durumdayım... Uyku gözlerimden dökülüyor... Bir türlü gözlerimi açamıyorum... Şu telefon sesi bir sussa... Nasıl da küheylan gibi kükrüyor... Off ya! Sabah sabah bu kim acaba? En sonunda edepsizce çalan telefonu açmaya karar veriyorum... Gözlerimi ovuşturarak:
- “Efendim”, diyorum. Kalın bir erkek sesi:
- “Ben “..... belediyesinden” arıyorum”, diye yanıt veriyor.
Kafamın içinde binlerce at koşturuyor sanki... Belediye mi? Ne işim olur benim belediyeyle? Zihnimde tüm düşünceler pejmürde... Üstümde bir eskilik, kırık döküklük... Ani bir tepkeyle başımı ovuşturuyorum... Sanki düşüncelerimi dizginleyecek gibi...
- “Ha! Evet, oturduğum sitenin genelinde kaldırımların çok yüksek olduğunu, çıkamadığımı, kaldırımlara çıkmak için gerekli eğimlerin çok aralıklı olduğunu, standartlara uyulmadığına ilişkin bir dilekçe vermiştim”, diyorum.
Telefondaki adam, adresimi çabuk çabuk okuyarak:
- “Bu mu adresiniz”, diye soruyor.
- Evet” diye yanıt veriyorum. Bu kez inatçı ve sert bir tavırla:
- “Adresinizi bulamıyoruz, tarif edin. Gelip düzelteceğiz”, diyor.
- “Bakın! Ben sokağımdaki kaldırımlardan söz etmedim. Genel anlamda ilçemde çarşıya, pazara, bankaya çıktığımda bir yerden bir yere erişemiyorum. Kaldırımlar çok yüksek. Üstelik rampa yok. Pazara gittiğimde araçlar ya kaldırıma park ediyor ya da rampanın önünü kapatıyor. Bunlar için belediye önlem almıyor. Kaldırım kenarlarına dikilen ağaçlar, levhalar, mantarlar görme engellilerin düşmesine neden oluyor. Tüm bu engellerin kaldırılmasını talep ettim”, diyorum.
- “Hanımefendi! Biz emir kuluyuz! Gelip bakmamız lazım”, diye cevaplıyor.
- “ Nereye bakacaksınız? Ben belli bir yerden söz etmedim. Genel yani umumi sorunlardan söz ettim”, diyorum.
- “Olsun! Bana verilen emir böyle. Gelip bakacağım”, diye diretiyor.
“Allah'ım! Sen bana sabır ver diyorum” içimden. Sabah sabah çattık desene! Besbelli memleketim insanı anlamama hastalığına tutulmuş... Hayır, hayır bunun adı düpedüz uzmanlaşma... Kapitalizm insanı böyle köleleştiriyor işte... Çağ, kırk gün kırk gece yabancılaşma çağı... Telefondaki işçiye, ne söylesem, ne anlatsam fayda etmiyor... Çok inatçı! Nuh diyor peygamber demiyor! Görevine körü körüne bağlı olmasıyla Sefiller'deki Javert karakterini anımsatıyor bana... İşini harfi harfine yerine getirmekten başka kaygısı yok... Robotlaşmış sanki... Bir “off” çekiyorum. Adresi verip telefonu kapatıyorum...
Güne hiç de iyi bir başlangıç yapmadım. Aynanın karşısına geçip: “ Bravo! Yine de çok hoşgörülü ve sabırlıydınız” deyip kendimi selamlıyorum... Tam bunları düşündüğüm sırada telefon yine çalmaz mı? Bu kez, yumuşak ve kibar bir erkek sesi:
- “Hanımefendi! Ben belediyeden arıyorum. Arkadaşlar, verdiğiniz adresi bulamıyormuş. Lütfen, adresinizi yeniden alabilir miyim”, diyor.
Bu sabah tepeden tırnağa erdemin kendisini giyindim... Üstelik ruhuma en derin ve düşsel mavilikleri armağan ettim... Tabii ki sinirlenmeyeceğim. İncelikle:
- “Tabii”, diyerek yeniden adresi söylüyorum. Acele acele üstümü giyiniyorum. Birazdan damlayacaklarına adım kadar eminim. İyi de ben bunlara olmayan bir şeyi nasıl göstereceğim? Aslında hem var hem yok! Kendimi zamansız ya da mekansız bir yerde duyumsuyor gibiyim... Bu nasıl bir çalışma biçimi? Dilekçi mi bile doğru düzgün okumamışlar! Üstün körü değerlendirip “gariban işçilerden” birini görevlendirmişler. Yapmış olmak için iş yapıyorlar! Her şeyimiz böyle olduğu için bir arpa boyu yol alamıyoruz!
Ama bu sabah kendime sözüm var. Sinirlenmeyeceğim... Evet, bilinmeyen ama bilinen geniş çemberlere doğru bir adım atmalıyım...
Meçhul kaldırımlara doğru yola çıkmalıyım...
Demir parmaklıklar ardında o kadar yoldaşım varken, bana durmak yakışır mı evin içinde?
Hepsi kanadı kırık bir kuş gibi yaralı, tedirgin... ürkek...
Evet, meçhul kaldırımlara doğru yola çıkmalıyım...
Onlar, kendi zindanlarında karanlığa alışamamışken, kanatları kopartılmışken, özgürlüğü eve hapsetmek olur mu?
Meçhul kaldırımlara doğru yola çıkmalıyım...
Bu sistemde kendi zindanından çıkmak istemeyen, uzmanlaşmanın mengenesinde sıkışıp kalan kuşlar adına da yola çıkmalıyım...
Kapı zili çalıyor... Gülümseyerek açıyorum kapıyı... Şimdi yoldayım...
Tüm kuşları özgür bırakıyorum...