Dışarda güneş pırıl pırıl parlıyor… Elimde çayım… Balkon keyfi yapıyorum. Öbek öbek açan güllerime bakıyorum. Güzel olan her şey bir mıknatıs gibi çekiyor beni. Mehmet Aslan’ın “Ödüllü Öykü Kitaplarının Eleştirisi “(1) var elimde. Bu evrenin güzelliğini kitaplarla taçlandırmak harika bir duygu.
Aslan’ın öyle dupduru bir dili var ki, önümde çağıl çağıl akan bir ırmağa dönüşüyor. İçim ışıyor.
Günümüzdeki post modern burjuva edebiyatının çıkmazlarını somut örneklerle tatlı tatlı anlatıyor okura. Rotasını ödül alan öykücülere çeviriyor. Bizler de kimi kez 2013’te Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü alan Bora Abdo’nun, kimi kez 59. Sait Faik Hikaye Armağanı’nı alan Sine Ergün’ün, kimi kez ise 2016 Yaşar Nabi Öykü Ödülü’nü alan Gamze Arslan’ın öykülerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Ödüllendirmeye değer görülen bu öyküleri, dil, izlek, karakterler, nesnelerin birliği, nedensellik, örge, uzam ve zaman vb. bakımından inceliyor.
Aslan, ödül alan yazarların öykülerindeki dilin nasıl bozuk olduğunu, özgün olacağız derken yalnızca biçime önem verip gerçekliği örten bir dil kullandıklarını gösteriyor. Örneğin, “ Gece. Künyesi açık. Taşsı. Karanlık ve sıcak. Soğusa. Birden yıldızları dökülür. Ay’ı dökülür. Sokağı. Köprüsü. Balığı. İri sesleri. Mevsimsiz. Birbirine izler boğucu telaşlar.” (2) Bora Abdo’nun Öteki Kışın Kitabı-Karakış Üçlemesi I adlı öyküsünde yeni buluşlar denediğini, noktalama işaretlerini gereğinden fazla kullandığını anlatıyor. Ya da: “ Yavrum, dedim, bana ne yaptın. Oğlana söylemedim, Fenalaştı, dedim, halbuki buz kesti bile yavrum, bana ne yaptın. Bir şey demedi, ağrısı sızısı varsa da bir şey demedi. Öksürüyordu iki gündür, ondan mu bilmem. Gelin aradı, Nasıl dedi, Buz kesti, dedim.” (3) Sine Ergün’ün Bazen Hayat öyküsünde olduğu gibi “dedim, dedi, dedim” arka arkaya kullanılmasının insanın kulağını tırmaladığını, yazarın Türkçeye kendine özgü kurallar getirip virgülden sonra büyük harfle başladığını belirtiyor.
Kuşkusuz bir öyküyü ya da romanı güzel kılan ölçütlerden biri de nedenselliktir. 2012 Haldun Taner Öykü Ödülü alan Kerem Işık’ın “ Ve Diyor Ki” öyküsünde nedensiz yere gösterilen sorulardan örnek vererek bu öykünün estetik nesne olmadığının altını çiziyor. “ Lavta nedir? Tiril tiril yerine tilir tilir desem fark edilir mi? Rengim neden bu renk, sesim neden bu ses, ağrım neden bu ağrı.” (4) Kitapta birçok ödüllü yazardan söz ediliyor. Bu yazarların öykülerinin estetik öğelerden yoksun oldukları somut örneklerle gösteriliyor. 2014 AB Edebiyat Ödülü’nü Birgül Oğuz’un “Dur” adlı öyküsünde “Küba”, Fidel”, Troçki” nin (5) hiçbir işlevi olmadığını, bir yapıtın estetik değerini belirleyen şeylerden birinin de nesnelerin birliği olduğunu, nesne, olay ya da sözlerin boşuna yazılmaması gerektiğini okura pırıl pırıl bir Türkçeyle anlatıyor.
Ödül alan öykü yazarlarının Türkçenin yapısını bozup kötü bir dil kullandıklarını, karakter çizimlerindeki başarısızlıklarını, uzam ve zamanı nasıl keyfi kullandıklarını, izlek yoksunluğunu, gerçekçilik sorununu, insana umut vermek yerine hiçlik ve bunalımın ön plana çıkarıldığını öğreniyoruz bizler de.
Peki, ünlü yazarların olduğu bu seçici kurullarda neye göre bu öyküler değerlendirip ödül veriliyor? Karşı gerçekçi kitapların ödüllendirmesi neye katkı sağlıyor olabilir? Şöyle diyor Aslan: “ Gerçekçi yapıtlar gerçekliğin bilgisini gösterir okura. Bu ise düzenin hiç de istemediği bir şeydir. Kapitalizm sömürüye dayalı düzeninin gerçekliğinin görülmesini, kavranmasını istemez. Bu sömürü düzeninin sürgit devamı için gerçekleri farklı göstermeye, çarpıtmaya, bulanıklaştırmaya çalışır. Bu uğurda, gerçekliği göstermeyen, çarpıtan, bulanıklaştıran veya kapitalizmi estetize eden karşı gerçekçi yazarları/kitapları destekler, ödüllerle ön plana çıkartır.” (Önsöz)
Estetik açıdan sorunlu öykülerin ön plana çıkartılıp ödül verilmesinin bir nedeni de, üretken emekçi konumuna düşürülen edebiyatçıların hem kendinin para kazanması hem de yayıncısına kazandırmasıdır. Üretilen meta, sistemin kitle iletişim araçlarıyla, reklam kampanyaları ve medya eliyle büyük kitlelere tanıtılır. Her türlü derinlikten yoksun, insana katkı yapmayan, aksine gerçekliği örtük olarak gösteren, birbirinin benzeri, hap gibi tüketilen kitaplar pazara sunulur. Okurun estetik bilinci dumura uğratılır. Yazar, yayınevinin isteklerine göre yazar. Böylece ödülle sanat yapıtlarının metaya dönüştürülmesinin önü açılır.
Şöyle diyor yazar: “ Burjuvazi, gerçekçi yapıtların nesnel gerçekliği doğru bir biçimde yansıttığını, insan üzerinde aydınlatıcı bir etki yarattığını, insanın estetik bilincini geliştirdiğini, insan bilincinde var olan düzene karşı güzel, yaşanılır bir dünya tasarımı uyandırdığını görüyor. Burjuvazi, kapitalist sömürüye dayalı düzeninin sürgit sürmesi için insanın bilincini açan gerçekçi yazının önünü tıkamak, insanla olan bağını koparmak ereğiyle gerçekçi olmayan yazarları, yapıtları ödüllerle öne çıkartır. “ ( 6)
İnsanların ezilmediği, kimsenin kimseyi dışlamadığı, tüm insanların barış ve özgürlük içinde yaşadığı bir dünya düşlüyorum. Neyin “güzel” olup olmadığıyla ilgili öyle mücadele ediyorum ki, kendimi sudan çıkmış balık gibi duyumsuyorum kimi kez.
Aslan’ın yazdığı harf, her sözcük ipeksi kağıtlardan çıkıp yüreğime dokunuyor… Siliniyor tüm çirkinlikler… Yüzümü bahar kokulu çiçeklerime dönüyorum… Kanatlanıp uçuyorum maviye…
Dipnotlar:
- Mehmet Aslan, Ödüllü Öykü Kitaplarının Eleştirisi, Klaros Yayınları, 2020, Ankara
- syf. 3
- syf. 36
- syf.100
- syf.85
- syf.87