banner29

Hiç unutmuyorum. Yatılı okula yeni gelmiştim. Ailemden ayrılmak çok zordu. Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Akşam olup yatakhaneye çıkınca yatağıma yatıyor, gizli gizli ağlıyordum. O sıralarda yatılı olduğumu unutturacak şeyler de oluyordu okulda. Bizim yatakhanede görme engelli bir abla vardı. Kıvır kıvır, kömür gibi saçları olan bu ablanın yanına kitap okumaya arkadaşları geliyordu. Hemingway’ın adını ilk onlar konuşurken duymuştum. Çanlar Kimin İçin Çalıyor’u okuyorlar, adının sonradan Süreyya olduğunu öğrendiğim bu abla, heyecanla bir sonraki günü bekliyor, ne olacak diye meraktan ölüyordu. Ne vardı bu kadar merak edecek acaba? Nasıl bir kitaptı bu? Süreyya Abla’nın bu aşırı anlama ve öğrenme isteği beni de içine alıyor, gözleri görmeyen ama bir görenden daha fazla heyecanlanıp romanı enikonu yaşayan bu kadının her hareketini belleğime kazıyordum. Yıllar sonra Çanlar Kimin İçin Çalıyor’u okudum. Ama Süreyya Abla’nın neden bu kadar heyecanlandığını hiç bilemeyecektim. Bir süre sonra yatakhanemizden ayrıldı Süreyya Abla. Ben o sıralarda yalnızca onları uzaktan izlemekle yetinmiştim. Sonra da unuttum, gitti. Ancak ne zaman Hemingway okusam, yüzü beliriyor usumda. Şimdi de Yaşlı Adam ve Deniz'i (1) okuyorum. Küçük bir kız çocuğu olup yanlarına gidiyorum. Sözcüklerin büyüsünde birlikte kayboluyoruz.

İki günde kitabı bitirdim. Romandan etkilenmedim desem yalan olur. Düş kurmayı severim. O düşlerimden biri de, gündoğumuna yakın engin denizlere açılıp günü karşılamak, ağları mavi derinliklere atıp haydi vira demek... Yaşlı Adam ve Deniz'i okurken basbayağı Meksika Körfezi'nden başlayıp İngiltere'ye doğru akan Gulf Stream'da duyumsadım kendimi... Bunda yakın zamanda Mehmet Genç'in Rotasız Seyyah kitabını okumamın etkisi var mı, bilmem... Genç bu kitabında Latin Amerika'yı, vahşi doğayı ve yerlileri anlatıyordu.

Romanın baş karakteri Santiago, uçsuz bucaksız okyanusun karanlık sularında “ keşke çocuk yanımda olsaydı” ( Manolin'i kastediyor) dedikçe, ona “ben yanındayım işte” deyip durdum. Duydu mu bilmem. Ne çok birbirimizi duymuyoruz değil mi? Çoğumuz birbirimize bilgiçlik taslıyor, her şeyi bildiğimizi iddia ediyor, kendi doğrularımızdan şüphe etme gereği duymuyor, kesin ve mutlak doğrularımızla ona buna ahkam kesiyoruz. Olay ve olgulara tözcü bakıyor, dün olduğumuzla bugün de aynı kişiymiş gibi kesin bir eminlikle değişmez yargılara varıyoruz. Dolayısıyla inançlarımız ya da düşüncelerimizin yanlış olma olasılığının olduğunu düşünmüyoruz.

İnsan şeylerin ya da doğrunun bilgisine nasıl ulaşır? Deneyimleyerek mi? Akıl yürüterek mi? Yoksa her iki yetisini kullanarak mı? Yoksul bir balıkçı olan Santiago: “ Talih insana her an, hiç tanınmayacak biçimlerde gelen bir şeydir” der. (2) Geçimini balıkçılıkla sürdüren Santiago, seksen dört gün hiç balık tutamaz. Şanssız biridir sözün özü. Peki bu şanssızlığını azim ve mücadeleyle kırabilecek midir? Roman bu düşünce üzerinde ilerler.

Santiago doğayı, denizi, kuşları, balıkları öyle iyi bilir ki, ne zaman kasırga çıkacak, hangi durumda köpek balıkları saldıracak, havada süzülen bir kuşun dönmesinden balıkların nerde olabileceğine kadar bilgili ve deneyimlidir. Yalnızca bunlar mı? Santiago yaşlı olmasına karşın hem fiziksel hem de ruhsal anlamda güçlüdür. Gulf Stream'da büyük bir cesaret ve azimle dev bir kılıçbalığıyla mücadele etmeye girişir. Peki, insan doğada ve toplumda ne kadar özgürdür? Özgürlüğümüz sınırlı olduğuna göre biz akıntıya kürek çektiğimizde “kör talih”i yenebilir miyiz? Doğanın kendi yasaları da var. Kahramanca hareket edersek, kozmik silsilenin neresinde yer alırız?

Bizler geçmişle ilgili bir deneyime sahibiz. Acaba gelecek, geçmişe benzeyecek mi? Tüm gelecek zamanlar, birbirinin aynı mı yoksa birbirinden farklı mı olacak? Bunu mutlak olarak bilebilir miyiz? Romanı bitirdikten sonra bunları düşünürken buldum kendimi. Olasılık yasalarına göre, bizim beklentilerimizin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi konusunda deneyimlerimizden yola çıkarak kesin bir yargıya varamayız. Bir yazarın dediği gibi: “ Hep denedin, hep yenildin. Olsun, gene dene. Gene yenil. Daha iyi yenil.” Yaşam risk almaktır. Ya da zorluklara karşı direncin kendisi de bir mutluluk değil midir?

Yaşlı Adam ve Deniz'de Kübalı balıkçının en zor anlarında bile “yaşamak iyi şey” demesini sevdim doğrusu... Yenilsek bile yüreğimizdeki umut solmamışsa, tüm karanlıklara aydınlığın yüzü düşer birgün... Çünkü yaşam diyalektik akar...

Peki, bu romanı öznel olarak sevmem ona güzel dememe yeterli mi? “Türkiye'de güzel yargısı sanıya dayanır, bilgiye dayanmaz. Roman değerlendirmeleri estetik ölçütlere göre yapılmaz. Retorik yapılır. Değerlendirme diye özet yapılır.(....) Roman mı değerlendireceksin. Önce yazarın dilini ele alacaksın... sonra karakterler... sırayla örge... olay nasıl örülüyor... çatışmalar... itki... izlek... toplumsal çözümleme. Bir de şuna bakacaksın. Yazar anlatıyor mu, gösteriyor mu. Temel ilke şudur. Yazar göstermeli.”(3)

Hemingway anlatmıyor, gösteriyor. Doğa betimlemeleri ve Santiago'nun okyanustaki kılıçbalığı ve köpekbalıklarıyla savaşını öyle canlı anlatıyor ki, kendinizi o anı yaşarken buluyorsunuz. Bu arada Santiago ve Manolin arasındaki dostluk, sevmenin gücünü anımsatıyor insana. Koskocaman bir okyanusun ortasında kılıçbalığı ve köpekbalıklarıyla mücadele eden Santiago hep Manolin'in yanında olmasını ister. Çünkü sevgi tüm eksiklerimizi kapatan ve bizi dinginliğe çıkaran en güzel duygudur.

Bu kitapta Hemingway'ın dili son derece yalın ve akıcıdır. Yazar romana tekil örgeyle başlar. Olay ve olguları anlatırken nedensel ilişkilere dikkat etmiş, gereksiz betimleme yapmamıştır. Örneğin: “ Kulübe, guano denilen bir çeşit palmiyenin pek sağlam tomruklarından yapılmıştı ve içeride, bir yatak, bir masa, sandalye ve tozlu yerde kömür yığılı bir ocak vardı. Tomruğun kahverengi püskülleri yolunarak olabildiğince düzeltilmeye çalışılmış; duvara da bir-iki İsa ve Aziz suretleri asılmıştı.” (4) Yazarın duvardaki İsa ve Aziz suretlerinin asıldığını anlatması nedensiz değildir. İlerleyen sayfalarda Santiago zor durumda kaldığında Tanrı'ya dua eder. Bunun yanı sıra, yazarın romanın başında eylül ayından büyük balıkların gelme mevsimi olduğundan söz etmesi ilerde de karşımıza çıkar. Santiago okyanusa açıldığında oltasına dev bir balık takılır. Başka bir bölümde planktonları betimlemesi arkasından balıkların geleceğine işarettir. Bu arada roman karakterinin rüyalarında aslan görmesi onun güçlü olmayı arzuladığının gösterilmesidir. Karakterimiz beyzbola meraklıdır. Santiago denizde tüm zorluklarla mücadele ederken beyzbol maçlarını düşünerek enerji toplar. Bir ara teknesine çalıbülbülü konar. Onun çalıbülbülüyle konuşmasından içsel dünyasını öğreniriz. Şöyle ki: “ Dinlen de her insan, her balık, her kuş gibi kısmetinin, akıbetinin kucağına düş. Nasıl olsa ondan kurtuluş yok.” (5) Öte yandan yazar olacakları hissettirir okura.

Romanda Santiago toplumla çatışır. Seksen dört gün balık tutamadığı için diğer balıkçılar onunla alay ederler. Hatta bu talihsizliği nedeniyle balıkçılığı öğrettiği Manolin'i babası Santiago'nun yanından alır. Ancak baş karakterimiz tüm bunlara aldırış etmez. Manolin ise güç zamanlarında yanında olur.

Bunun yanı sıra, romanda en çok insan-doğa çatışkısı vardır. Hayat tüm canlılar için bir yaşama savaşıdır. Santiago gereksinimlerini karşılamak için “avlanmak” zorundadır. Saf yaradılışlı olan bu adam, avlanırken kimi kez denizdeki canlılara merhamet edip onlarla bütünleşir kimi kez kuşlar ve balıklarla yoldaşlık eder ama yine de “öldürmek” zorunda olduğunun bilinciyle davranır. Şöyle der sonra: “ Yıldızları öldürmeye kalkmadığımıza iyi ediyoruz; ya bir de onu yapsaydık!” Ya bir de her gün ay'ı öldürmeye çalışsaydık?.... O zaman ay kaçardı. Fakat ya her gün güneşi öldürmek gerekseydi? Şanslı adamlarız vesselam!” (6)

Bu sözleri okuyunca durup düşündüm... Bugünün insanı yalnızca karnını doyurmak için öldürmüyor... Savaşlar... katliamlar... cinayetler... tecavüzler... Doğayı da öldürmüyor muyuz?

Ancak ben şuna inanıyorum... İnsan; aklını bilgiyle donanımlı kıldıkça, onu güzelliklerle yoğurdukça, tüm ezilenler birleştikçe dünya esenlikli bir yer olacak...

Yaşlı Adam ve Deniz zorluklarla mücadele etmenin romanı... Emeğiyle ayakta duranın, inatla ve cesaretle güçlüklere karşı koymanın romanı... Direnmenin mutluluk olduğunu kulaklarımıza fısıldıyor... Umut Manolin gibi çocuklar da... Dostluğun, dayanışmanın, paylaşmanın kıvancı yüreklerimizde...

Dipnotlar:

1) Ernest Hemingway, Yaşlı Adam ve Deniz, Bilgi Yayınevi, Ankara, Şubat 2018

2)a.g.e. 121

3) Cengiz Gündoğdu, Estetik Ölçütlerle Ürün Değerlendirme, İnsancıl Dergisi, Nisan 2018

4) a.g.e. 12

5)a.g.e. 55

6) a.g.e. 77

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Hülya karaali 2018-05-24 00:47:02

Bu kitabı nende okudum okuma kulübümüzün bana kazandırdığı kitaplardan biri .satı hnm kaleminize ve yüreğinize sağlık.

Avatar
Bahar Atik 2018-05-24 01:09:57

Çok güzel bir yazı yine... Yüreğine, duyguna ve kalemine sağlık Satı İlen...